TÜRK MÛSIKÎSİ'NDE FASIL

Fasıl Türk musıkisinde bir bestekarın aynı makamda bestelediği 2 Beste ile 2 Semai'ye verilen ad'dır.Dede efendinin Sultân-ı Yegâh faslı demek,bestekârın o makamda bestelediği 2 Beste ile 2 Semai(Ağır ve Yürük Semai)ler demektir.

1. Beste ağır karakterli Darb-ı Fetih,Ağır Çenber,Darbeyn gibi usûl'lerle bestelenir.
2. Beste daba yürük canlı ve kısadır. Hafif ve Muhammes gibi usûller'le bestelenir.

Geniş manasıyla Fasıl,bir konser programıdır.

Bu konserde eserler,aynı makamdan olmak şartıyla usûl'lerine göre sıralanarak icra eilir.Rast Faslı,Mâhur Faslı gibi.

Eski icralarda bu fasıl'larda sıra şöyledir:

Herhangi bir sazla baş taksimi,Peşrev , 1.Beste veya Kar,2.Beste,Ağır Semai,çeşitli şarkılar, Yürük Semai,Saz Semai,istenirse bir de oyun havası.

Şarkıların aranağmelerle birbirine bağlanmasından başka aralarda Saz ile Taksim yapmak veya Söz ile Gazel okumak adettir .

Bu,günümüzde Fasıl içinde yanlış bir uygulama ile bazı Şefler tarafından solo eser okutulması şekline dönüşmüştür.Geleneksel Fasıl icrasında Gazel ve Taksim'in dışında tek bir san'atçı nın solo okuması yoktur.

Usûl'ler hareket sırasına göre sıralanıp, Yürük ve canlı usûl'ler Düyek, Yürük Aksak gibi,sona bırakılır.Sonlar da Türkü veya Köçekçeler de okunabilir.

Bu topluluklar da bulunan sazlar,tarih boyunca çeşitli değişikliklere uğramıştır .

Santur,Rebab,Lavta gibi sazlar unutulmuş,19.asır dan itibaren Sine keman'ın yerine Keman geçmiş Klarnet yayılmıştır. Viola. Violonsel gibi Batı sazları sık görülmeye başlamıştır.

Eskilerde 40 Hanende+40 Sazende den oluşan 80 kişilik Fasıl Heyetleri de konserler vermiştir.Faslı elindeki Def'le Ser-Hânen de idare ederdi.

1940 yılında Ankara Radyosu Türk Musıkisi Şefi olan Mes'ut Cemil Bey zamanından beri,Klasik Korolar ve diğerleri gibi Fasıl'da bir şef tarafından yönetilmektedir.

MEYDAN-KÜME FASLI

Kalabalık ses topluluğuna eskiden Küme Faslı denirdi.Musıkimizin tek seslilik yapısı içinde,geniş ve yüksek bir ses hacmi sağlamak ve bunu geniş dinleyici kitlesine duyurmak için kurulmuştu.

Saray'ların, büyük uzun divanhanelerin de daha sonra 19 .yüzyılın ikinci yarısında İstanbul'un Okmeydanı,Kağıthane gibi mesire yerlerinde çalan bu toplulukların en kalabalığı9 Kasım 1823 tarihinde Silahtar Ağa çiftliğinde havuz başında yapılanıdır.

İNCE SAZ TOPLULUKLARI

Küme faslı gibi kalabalık saz ve ses topluluğu değildir.

Eser sıralamasında büyük eserlere yer verilmez.Şarkı, Türkü ağırlıklıdır.

Saray,Köşk,Konak ya da evler de, Tekke meydanı gibi yerler de.oda müziği gibi az sayıda müzisyen tarafından icra edilirdi.

18.yüzyılın Avrupa'lı seyyahlarından,Osmanlı Edebiyat,Kültür ve

Müziğini iyi tanıyan TODERİNİ ,İNCE SAZ-KABA SAZ ayırımını yapar.

Mehterhane ve Savaş çalgılarının yer aldığı kümeyi KABA SAZ,oda müziği yapan diğer sazlardan oluşan kümeyi de İNCE SAZ olarak anlatır.

İkinci Meşrutiyeti izleyen yıllarda İstanbul'da ilk kez halka açık Türk Musıkisi konserleri verilmeye başlanır. Tanburi CEMİL BEY'in de katıldığı bu konserler TEPEBAŞI gazinosunda yapılır ve 15 kişilik topluluklardır .

3 .SELİM ( 1789-1807) yıllarında başlayan batılılaşma hareketleri sırasında Fasıl Müziği de etkilenerek ikiye ayrılır.

Batı çalgılarının da yer aldığı F ASL-I CEDlD ve geleneksel Fasıl Heyeti FASL-I ATİK.

GÜNÜMÜZDE FASIL

T.R.T.ANKARA ,İSTANBUL ve İZMİR Radyolarında devam eden geleneksel fasıl programlarının yapısı çoğunlukla 30-40 Ses ve 15-20 Saz San'atçısının birleşiminden oluşmakta ve Batı anlamında bir şefın yönetiminde yapılmaktadır.

1950'li yıllardan beri sadece Makam isimleriyle,KÜRDİLİHİCAZKAR FASLI, MAHUR FASLI,NİHAVEND FASLI gibi adlandırılmaktadır .

Hanendeler-SES SANATÇILARI ,Sazendeler-SAZ SANATÇILARI ,Ser Hanende FASIL ŞEFİ veya YÖNETEN olarak değişmiştir.

Program içerikleri,Peşrev,Ağır Aksak,Sengin Semai,Devr-i Hindi,Türk Aksağı,Aksak,Düyek.,Curcuna, Yürük Semai, Yürük Aksak ve Saz Semai'sinden oluşmakta,Ara Taksimi ve Gazel ile akış içinde renklendirilip icra edilmektedir.

Eski geleneksel Fasıl türlerinin bir karışımı ve şarkı formunun en güzel ve hareketli eserlerinden eserlerinden oluşan bu gün ki Fasıl Programlarının sadece T.R.T. KURUMU RADYO ve T.V' lerinden dinlenebildiği de tartışılmaz bir gerçektir.

Fasıl Programları için detay örnekleri :

30 dakikalık bir fasıl programı için bu detay; süreleri usûllere uygun ilavelerle uzatılabilir.
Nihavend Faslı Hicaz Faslı Kürdîlihicazkâr Faslı
-Peşrev -Peşrev Peşrev
-Sevdiğim lûtf eyleyip gelmezmisin imdâdıma Ömrüm artar sana baktıkça perestişle benim Koparan sînemi ağyar elidir
-Bin gül çıkarırdım sana kalbimdeki külden Yıllar ne çabuk geçti o günler arasından Bir kendi gibi zâlimi sevmiş yanıyormuş
-Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin Solsan da sararsan yine gül -penbe dehensin Nice sevdi nice yandı nice bağlandı gönül
-Yok başka yerin lütfu ne yazdan nede kıştan Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz Hani ya sen benimdin
-Taksim Taksim Taksim
-Yine bu yıl ada sensiz içime hiç sinmedi Yeşil gözlerini ufkuma gerki Yüzüm şen hâtıram şen meclisim şen
-Nerelerde kaldın ey serv-i nâzım Sırma saçlı yârimin can bahşederken işvesi Şen gözlerine neş'e veren bir çiçek olsam
-Gel güzelim Çamlıca'ya bu gece Sazlar çalınır Çamlıca'nın bahçelerinde Her gece semâda ararım seni
-Sazsemâî veya Longa Sazsemâî Sazsemâîsi


Bayati Araban Faslı Muhayyer Faslı Rast Faslı
-Peşrev -Peşrev Peşrev
Gönlümü hicrâna yaktı ah o mehveş Nev-bahârın en güzel leylinde sendin dinleyen Çeşm-i cellâdın ne kanlar döktü
Bir hüsn-i melek etti beni Gezdim yürüdüm dün gece hicrânımı yendim Bu zevk-u safâ sahn-ı çemenzâre
Âşıkım ben şüphesiz mâhım sana

Titrer yüreğim her ne zaman yâdıma gelsen
Esti nesimi nev bahar
Bekâsız hüsnün güvenme ânına Gözden cemâlin çün ırağ oldu Leb-i rengine bir gül konsun
Taksim Taksim Taksim
Beni bîgâne mi sandın a canım Batan gün kana benziyor Yalnız benim ol el yüzüne bakma sakın sen
N'eyleyeyim nic'edeyim olamam bir an Sâkî içelim câmını dem-sâz ederek gel Yine bir gül-nihâl aldı bu gönlümü
Bağa girdim ay çıktı Çayır ince biçemedim Bin cân ile sevdim seni
Sazsemâîsi Sazsemâîsi Sazsemâîsi
.
Kalıcı Bağlantı Yorum (0) Yorum yaz!
TÜRK MÜZİK TARİHİNE GENEL BAKIŞ

İnsan düşüncesinin ürünü olduğu kadar duygusal bir deşarj yolu da olan müzik, yaratıldığı ortamla, çağın dünya görüşü ile, kısaca insan yaşamı ve toplumla, bütün diğer sanatlar gibi sıkıca bağlıdır. Müzik yoluyla bir yandan günlük yaşamın üstüne çıkıp güç kazanırken, bir yandan da birlikte yaşamanın kurallarını öğreniriz.

İnsana, bütün sanatlardan daha büyük bir kolaylık ve etkileme gücüyle ulaşan müziği “seslerle düşünme, sesler aracılığı ile yaşamı duyumsama ve geliştirme yolunda insan gerçeğinin, bütün ilişkileri içinde, araştırılması ve aktarılması sanatı” olarak tanımlayabiliriz. Bu arayışta en çarpıcı amaç, insanı korumaktır. Bu koruma işlevi bugün artık somut olarak görülen ve hemen kavranabilen bir özellik değildir.

Müzik, matematiksel bir mantık, disiplin, zamanı kullanma, susma, dialog kurma, hareket etme ve ilişkiler sanatıdır da...

Yalnızca sınırlı bir bölümünü sesler ve gürültüler halinde kavrayabildiğimiz titreşimler, doğanın en belirgin kanıtıdır. Normal yapıda her insan, işitme ve müzikle ilgili yetilerden kendi payına düşeni almış olarak doğar. Müziği, varlığına, aldığı eğitime, ırkına, yaşadığı çağa göre üretir.

Müzik malzemesi, insan doğmadan milyonlarca yıl önce hazırdı. Çünkü doğa, sonsuz bir “sesli malzeme”dir. Gök gürültüsü, yer kayması, yer sarsıntısı, suyun akışı ve çalkantısı, havanın dar boğazlardaki hareketi gibi olaylar, doğadaki sayısız sesler ve titreşimlerden bir bölümünü oluşturur.

Kapalı ilkel toplumların incelenmesi yoluyla ilk insanların müzik eğilimleri ve üretimleri hakkında yaklaşık bilgiler edinilebilmektedir. Bu, geçmişin örtüsünü kaldırmanın bir yoludur ve oldukça güvenilir bir yöntemdir. İlk insanlar gök gürültüsünde doğa üstü güçlerin simgesini, fırtınanın uğultusunda kötü ruhların sesini, denizin sakin görüntüsünde ya da patlamasında tanrıların iyiliğini ya da öfkesini buluyorlardı. Yankı bir çeşit kehanet, vahşi hayvanların sesleri bilinmeyenin habercisi olarak algılanıyordu. Böylece, insanlığın başlangıcında din ve müzik birbirine karıştı. Kısıtlı bir sözcük dağarcığına sahip olan ilkel insan gördüklerini adlandırıyordu. Duygularını, içgüdülerini ve kutsal güçlere inancını anlatmak için hemen o anda kendiliğinden düzenleniveren seslerden yararlanıyordu.

Giderek müzik, ninni ya da matem şarkısında olsun veya büyüyle karışmış bir törende olsun, ilkel insanın, bütün gereksinmelerine cevap verecek biçimde ve her alanda varlığına sıkıca girdi. Günümüze ulaşan bilgiler ile kapalı toplumların yaşamları incelendiğinde ilk insanın, hançeresinden kuş seslerine benzer tiz sesler, vahşi hayvan homurtuları gibi pes sesler çıkardığı ve bunları doğa karşısında güçlü olmak için kullandığı varsayılmaktadır.

Müziğin doğasında olan ses, böylece kullanılır hale gelmiş olmaktadır. Ritm ise, gelişmeye başlayan insanın, kutsal güçlere karşı kendini af ettirme isteklerini açığa vurduğu ve doğa karşısında, kazanım çoşkularını simgeleyen törenlerde ortaya çıkmaya başlamıştır. Güç kazanılmış bir avın çevresindeki kutlama törenlerinin, ava çıkmak için yapılan törenlerin dansla ilişkisi açıktır.

İnsandaki ritm duygusunu, “bir vuruş, bir gürültü ya da bağırışın tekrarından ve simetrisinden doğan haz” biçiminde tanımlayabiliriz. Doğadan aldığımız en kesin mesaj ritmdir kuşkusuz. Simetri, tekrar, düzenli tekrar, yankı... Görünüşteki dağınıklığa karşın her şey tamamen ölçülüdür. Gece ve gündüz, mevsimler, üreme, filizleme, çiçek açma, solma, yaşam ve ölüm...hepsi kesin bir disipline boyun eğer. Bu da insanoğluna, doğanın ve kendi mekanizmasının ritmlerle çevrili olduğunu kısa sürede kavratmıştır.

İlk insan, ayakları, elleri ve gırtlağı ile yarattığı ölçülü iskeleti giderek çeşitli seslerle doldurdu. Zamanla basınçlı hava sütununun tınısını buldu, onu bir tüp içinde titreştirmeğe başladı. Delik bir öküz boynuzu, içi oyuk bir kamış ya da kemikten uyumlu sesler çıkarttı. Zengin üfleme çalgıları böyle doğdu. Avcılıkta kullandığı gerilmiş yayın çıkardığı ses, yeni bir çalgı ailesinin doğmasına neden oldu. Bundan sonra müzisyenler sesin ve tınının sırlarını çözmeye uğraştılar.

İlkel insandan kavim yaşamına geçildikten sonra, müzik toplumsal yaşama da girdi. Her toplum kendi yaşam biçimine, değerlerine, inanç ve törelerine uygun müzik üretti. Kendi çalgılarını, ezgilerini, ritmlerini oluşturdu.

Türk müzik tarihi de kendi bünyesinde, kendine has ve kendi ürettiği biçimi ile genel müzik tarihi içinde yerini aldı. Türk müzik tarihi “hem Türk’lerin tarih boyunca müzik ile olan her türlü ilgisinin, hem de Türk müzik sistemi ile bu sisteme karışan her türlü müziğin teknik gelişmelerinin incelenmesi” biçiminde tanımlanabilir.

İlk çağlardan itibaren Dünya’da gelişen ve yayılan Türk’ler, müzikteki ilerlemelerini gittikleri yerlere taşımışlar ve geliştirmişlerdir. Bugün Türk’lerle ilgisi olan tüm ulusların müziklerinde, Türk müziğinin etkisi görülmektedir. Bir çok batılı besteci, eserlerinde Türk motiflerini işlemiştir. Kısaca Türk müziği etkisine Asya, Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’nın bir bölümünde rastlamak mümkündür. Ayrıca Türk’ler, nota ve müzik aletlerinin gelişmesine de öncülük etmişlerdir. Kemençe (ıklığ), tar, kopuz, saz, vurmalı çalgılardan davul, tef, kudüm, kös vb. bunlara en iyi örneklerdir.